Evlilik Birliğinin Sona Ermesi Halinde Velayet

Evlilik Birliğinin Sona Ermesi Halinde Velayet

Aile hukukunda boşanma kararının çocuklar yönünden doğurduğu sonuç olarak karşımıza velayet çıkmaktadır. Çocukların velayeti evlilik birliği içerisinde ana ve baba tarafından birlikte kullanılmaktadır. Hukukumuzda evlilik birliği dışında çocuğun velayetinin ana ve babadan birine verilmesi gerektiği uzun süre hakim görüş olmuştur. Son zamanlarda ise ortak velayetle ilgili verilen emsal kararlarla ortak velayet Türk hukukunda kendini göstermeye başlamıştır.

  • Velayetin kime verileceği TMK’nın 182. ve 183. maddelerinde düzenlenmiş olup hakimin bu konuda geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Öyle ki karar verirken velayet hakkında ana ve babanın yaptığı anlaşmayla dahi bağlı değildir. Hakim 182. maddeye göre ana ve babayı, çocuk vesayet altındaysa vasiyi dinler ancak bunlara bağlı kalmayarak çocuğun menfaati neyi gerektiriyorsa ona göre karar verir. Tarafların müşterek çocuğunun velayetinin kime verileceği konusunda aşağıdaki durumlar irdelenir.

 

Çocuğun Güvenliği

Çocuğun güvenliği her olayda farklı değerlendirilmekle birlikte velayetinin fizyolojik ve psikolojik olarak kendini güvende hissederek yetişeceği ebeveyne verilmesi gerekmektedir. Nitekim Yargıtay kararları da velayet değerlendirmesinde çocuğun güvenliğinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13.10.2021 tarihli, 2010/14214 E. , 2011/15797 K. Sayılı Kararı:

“…Müşterek çocuk 2001 doğumlu Enes’in velayeti anneye verilmiştir. Karardan sonra Kayseri Çocuk Mahkemesinin 28.05.2010 gün 2010/78 D.iş sayılı kararı ve Kayseri 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 2010/1073 esas 1041 karar sayılı ilamından annenin müşterek çocuğa fiziksel şiddet uyguladığı, müşterek çocuğun duruşmada babasının yanında daha mutlu olduğunu da belirttiği hususu da göz önüne alınarak, velayetin davalı-davacı babaya verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…”

 

Çocuğun Menfaati

Çocuğun menfaati kavramı tanımlanması zor bir kavram olmakla birlikte çocuğun en iyi koşullarda, kendisini güvenli ve huzurlu hissedeceği tarafa velayetin verilmesini gerektirmektedir. Yargıtay’ın da birçok kararı aynı görüşte olduğunu göstermektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.03.2020 tarihli, 2020/339 E., 2020/1775 K. Sayılı kararı:

“… Velayet düzenlemesinde asıl olan çocuğun menfaatidir ve bu düzenlemede ana ve baba ile çocuğun yararı çatıştığı takdirde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gereklidir. Çocuğun menfaati gerektirdiğinde velayet sahibi değiştirilebileceği gibi durum ve koşullara göre velayet kaldırılarak çocuğa vasi de atanabilir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş; çocuğun bedeni ve fikri gelişimi açısından velayetin kaldırılması ve vasi atanması şartlarının bulunup, bulunmadığı konusunda tarafların ve müşterek çocuğun yaşadıkları ortam ve sosyal çevre de görülmek suretiyle uzman görüşü alınarak delillerin birlikte değerlendirilip sonuca karar vermekten ibarettir…”

 

Boşanmadaki Kusur Oranlarının Etkisi

Tarafların başarılı bir evlilik sürdürememiş olmasıyla ve boşanmadaki kusurla bağlı değildir. Ana ve babanın evlilik birliğinde kusurlu davranışı ebeveyn olarak da kusurlu davranacakları anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla boşanma davasındaki kusura ya da tarafların mali durumuna bakılmaksızın çocuğun menfaati doğrultusunda karar verilir. Bu hususun ne denli önemli olduğu Yargıtay kararlarından da anlaşılmaktadır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 27.04.2021 tarihli, 2021/2037 E., 2021/3519 K. Sayılı kararı:

“… Dava, erkek tarafından açılan Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesinde düzenlenen zina hukuksal nedenine dayalı boşanma davası ve ferilerine ilişkin olup ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 161. maddesi uyarınca zina nedeniyle boşanmalarına, ortak çocuk 2009 doğumlu …’nin velâyetinin davacı babaya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı kadın tarafından “velâyet düzenlemesi” yönünden istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda davalı kadının istinaf başvurusunun kabulü ile ortak çocuk 2009 doğumlu …’nin velâyetinin davalı anneye verilmesine temyiz yolu kapalı olmak üzere kesin olarak karar verilmiş …”

 

Çocuğun Yaşı

Çocuğu yaşı velayetin hangi tarafa verileceğine dair en önemli hususlardan biridir. 0-3 yaş arası çocukların anne ilgisine muhtaç olması, anne sütü ihtiyacı gibi durumlar velayetin anneye verilmesini gerektirir. Nitekim anneye duyulan sürekli ihtiyaç, baba ile kurulacak olan kişisel ilişkinin de sınırlı tutulmasını gerektirmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki, her zaman önemli olan çocuğun üstün yararıdır. Anneye olan ihtiyaca rağmen eğer çocuğun annenin velayetine verilmesi çocuğa zarar verecekse, velayet babaya verilebilir. Yargıtay da velayete ilişkin kararlarında çocuğun yaşına dikkat çekmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 02.06.2020 tarihli 2020/1651 E., 2020/2476 K. Sayılı kararı:

“…Somut olayda, tüm dosya kapsamından, yargılama sırasında 2016 doğumlu … ‘ın anne yanında yaşadığı anlaşılmaktadır. Davalı annenin kendi yanında yaşayan ortak çocuğa karşı olumsuz tutum ve davranışlarda bulunduğuna dair inandırıcı deliller de bulunmadığı ve hemen meydana gelecek tehlikelerin varlığının da ispat edilmediği, çocuğun yaşı itibariyle de anne bakım, şefkatine muhtaç oldukları, hali hazırda anne yanında alıştıkları ortamının bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında, çocuğun üstün yararları gözetildiğinde velayetin, davalı anneye bırakılması gerekirken, davacı babaya bırakılması doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir…”

 

Çocuğun Cinsiyeti

Çocukların cinsiyetleri gereği ana ve babadan öğrenmesi gereken farklı şeyler bulunmaktadır. Ancak öncelikli olan çocuğun cinsiyeti itibariyle kendisini daha rahat ve yakın hissedebileceği, cinsel kimliğini tanımlarken yardımına ihtiyaç duyacağı tarafla birlikte olmasıdır. Bunun yanı sıra çocuğun cinsiyeti itibariyle karşı cins olan ebeveyninden alması gereken sevgi, ilgi ve alaka kişisel gelişimi noktasında önem taşımaktadır. Bu sebepledir ki, çocuğun cinsiyeti gerekçesiyle velayet verilirken yaş aralığına bakmak önem arz etmektedir. Yargıtay kararlarında da çocuğun yaşını ve cinsiyetini bir arada değerlendirilmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 23.06.2015 tarihli, 2014/25183 E., 2015/13377 K.

 Sayılı kararı:

“…Tarafların müşterek çocuğu… 2008 doğumlu olup, tarafların ayrıldıkları tarihten beri fiilen anne yanında kalmaktadır. Mahkemece aldırılan uzman raporunda, çocuğun yaşı ve cinsiyeti gereği anne yanında kalmasının psiko-sosyal gelişimi açısından yararına olacağı belirtilmiştir. O halde, çocuğun mevcut düzeninin değiştirilmesini gerektirir bir olay da kanıtlanamadığına göre müşterek çocuğun velayetinin anneye bırakılması gerekirken bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

 

Çocuğun Sağlık Durumu

Çocuğun sağlık durumu nedeniyle bakıma muhtaç olması durumunda çocuğun bakımı ile hangi tarafın ilgilendiği, tedavisinin nerede yapıldığı, ebeveynlerin çocuğa karşı davranışları büyük önem taşımaktadır. Yargıtay kararlarında çocuğun sağlık durumunu dikkate alarak velayetin çocuğun sağlık durumu ile ilgilenen tarafa verilmesine özen göstermektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 11.03.2019 tarihli, 2018/4570 E., 2019/2504 K. Sayılı Kararı:

“…Ortak çocuk 2008 doğumlu Utku, otizm hastası olup % 80 engelli raporu bulunmaktadır. Mahkemece alınan ilk sosyal inceleme raporu sonrasında velayetin tedbiren davacı babaya verilmesine karar verilmiş, sonrasında alınan sosyal inceleme raporlarında da davacı babanın çocuğu ile ilgili olduğu, çocuğun bulunduğu ortamda mutlu olduğu, ihtiyaçlarının karşılandığı ve mevcut yaşam koşullarının ortak çocuğun gelişimini engelleyebilecek unsurları barındırmadığı bildirilmiştir. Bir kısım davacı tanıkları da çocuğun bakımı ile genelde babaannesinin ilgilendiğini, davalı annenin çocuğun bakımı ile ilgilenmediğini, çocuğa hakaret ettiğini, altına yaptığında çocuğa yemek vermediğini beyan etmişlerdir. Bu nedenlerle ve çocuğun uzun süredir baba yanında yaşadığı, bulunduğu ortama alıştığı da göz önüne alındığında ortak çocuk 2008 doğumlu Utku’nun velayetinin Türk Medeni Kanunu’nun 182 ve 336/2 maddeleri uyarınca davacı babaya bırakılması gerekirken annenin velayetine bırakılması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…”

 

Çocuğun Alıştığı Çevre ve Ortam

Çocuğun ana ve babasının ayrılığı ile hayatında büyük bir değişim olmaktadır. Bu büyük değişimle birlikte çocuğun alıştığı çevre ve ortamdan koparılması, sosyal ve eğitim hayatının sekteye uğraması sürecin daha zorlu geçmesine sebep olabilmektedir. Yargıtay kararlarında da çocuğun var olan düzeninin korunmasına ve istikrarına önem verilmektedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 20.01.2021 tarihli, 2020/6360 E., 2021/431 K. Sayılı kararı:

“…davanın açıldığı 02.12.2013 tarihinden itibaren yargılama süreci boyunca tarafların ortak çocuklarının davacı-karşı davalı anne yanında kaldıkları sabittir. Mahkemece alınan sosyal inceleme raporunda, çocukların anne yanında kalmalarının fiziksel, sosyal, kültürel ve psikolojik gelişimlerini olumsuz etkileyeceği hususu ispatlanmamış olup, duruşmada dinlenen ortak çocukların da velayet hususunda ebeveynleri arasında seçim yapmak istemedikleri anlaşılmaktadır. Davalı-karşı davacı babanın ise kendisine yeni bir aile düzeni kurmuş olması ve çocukların alıştıkları çevreden ayrılmaması ilkeleri bir arada değerlendirildiğinde ortak çocuklar Hasan ve Ahmet Emre’nin velayetlerinin davacı-karşı davalı anneye verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle davalı-karşı davacı babaya verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu yönüyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”

 

İdrak Çağındaki Çocuğun Talebi

Velayetin ana ve babadan birine verilmesi esnasında idrak çağında olan çocuğun görüşü de dikkate alınmaktadır. Kendi menfaati ile ters düşmemesi durumunda hakim çocuğun talebini dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim Yargıtay da bu görüştedir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 28.04.2021 tarihli, 2021/2284 E., 2021/3665 K. Sayılı kararı:

“…Dosya incelendiğinde, idrak çağında oldukları anlaşılan ortak çocuklar … ve …’ın mahkemece bilgilendirilerek, velayet hakkındaki tercihlerinin kendilerinden sorulması, taraflarla ve çocuklarla görüşen 3 kişilik uzman heyetinden sosyal inceleme raporu alınması ve tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, velayet konusunda yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…”

 

Kardeşlerin Birbirinden Ayrılmaması Gerekliliği

Velayet düzenlenirken dikkate alınması gereken bir başka unsur da kardeşlerin birbirinden ayrılmamasıdır. Çocukların üstün yararının korunması, kardeşlik duygusunun gelişmesinin öneminden kaynaklı olarak velayetleri farklı ebeveynlere verilmemelidir. Yargıtay kararlarına bakıldığında da kardeşlerin birbirinden ayırılmadığı görülmektedir.

 Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 23.06.2020 tarihli, 2020/1999 E. , 220/3250 K. Sayılı kararı:

“… İlk derece mahkemesince velayeti babaya verilen ortak çocuk Eylül ile velayeti anneye verilen ortak çocuk Eylem’in anne ve babaları ile kişisel ilişkilerinin küçüklerin birbirlerini göremeyecek şekilde düzenlenmesi, kardeşlerin birbirlerini görmelerini ve kardeşlik duygularının gelişmesini engelleyici nitelikte olup uygun değildir…”

 

Velayet düzenlemesinde esas olan daima çocuğun üstün yararını korunmaktadır, bu sebeple velayete ilişkin karar verilirken yukarıda bahsedilen tüm etkenler birlikte değerlendirilerek çocuğun en iyi yetişeceği ortam tespit edilmektedir. Çocuğun menfaatinin korunması ve bunun süreklilik arz etmesinden mütevellit velayet hakkında her zaman yeniden değerlendirme yapılması mümkündür

Boşanma Davalarında Mal Paylaşımı

Boşanma Davalarında Mal Paylaşımı

 Eşler arasındaki mal rejimi Türk Medeni Kanunu m. 202 ve devamında düzenlenmiştir. Türk hukukunda yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiş, bunun yanında taraflara mal ayrılığı rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ve mal ortaklığı rejimi olmak üzere dört farklı rejimden birini tercih etme hakkı tanınmıştır.

Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarından oluşur. Edinilmiş mallara katılma rejiminde tespit edilmesi gereken en önemli husus kişisel malların neler olduğudur. Kanunda çeşitleri açıkça sayılmış olmasına rağmen bu konuda birçok farklı görüş ve Yargıtay kararı bulunmaktadır. Mal ayrılığı rejimi, ayrı ayrı karının ve kocanın mallarından oluşmaktadır. Bu rejimde eşlerden her biri kendi mal varlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf hakkını korur.

Eşler rejimin son bulması durumunda diğer eşte bulunan mallarını geri alır. Paylı mülkiyet durumunda ise o mal üzerinde üstün yararı olduğunu ispat eden eş; diğer eşe payının karşılığını vermek şartı ile malın kendisine verilmesini talep edebilir. Paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde, temelde karı ve kocanın ayrı mallara sahip olması esas alınmakla birlikte eşlerden biri tarafından edinilip ailenin ortak kullanım ve yararına özgülenen mallar; mal rejiminin sona ermesi durumunda eşler arasında eşit paylaştırılır.

Mal ortaklığı rejiminde ise karı ve kocanın malları ile ortaklık malları vardır. Burada kişisel mallar dışında kalan tüm mallar ortaklık malı kabul edilmektedir. Eşler kişisel malların içeriğini sözleşme ile belirleyebilirler, belirlenmemesi durumunda kanunda sayılan mallar kişisel mal kabul edilmiş olur.

Türk hukukunda yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edildiği için taraflarca aksi belirlenmedikçe edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmektedir.

 

Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminin Kurulması

Eski Medeni Kanun döneminde kabul edilen yasal mal rejimi 01.01.2002’de yürürlüğe giren 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu ile değiştirilmiş ve bu tarihten sonra yapılan evlilikler yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olmuştur. Evlenme ile birlikte eşler farklı bir mal rejimi tercihinde bulunmadığı takdirde evlenme anından itibaren edinilmiş mallara katılma rejimine tabi olurlar.

Edinilmiş mallara katılma rejimi karının ve kocanın ayrı ayrı kişisel malları ve edinilmiş mallarından oluşmaktadır ve kural olarak bu malların değiştirilmezliği kabul edilmiştir.

 

Edinilmiş Mallara Katılma Rejiminde Hak Sahipliği

Eşlerin Edinilmiş malları

 TMK m. 219/1’de “her eşin mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği mal varlığı değerleri” olarak tanımlanmıştır. Karşılığını vermek kavramı geniş yorumlanmalı; eşlerin bedensel ve fikri gücüyle bir emek vererek elde ettiği tüm mal varlıkları edinilmiş mallardan sayılmalıdır.

Birkaç örnek vermek gerekirse eşlerin çalışmasının karşılığı olan kazanımlar (maaş, ikramiye, sermaye kazançları vs.), sosyal güvenlik kuruluşlarınca yapılan ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel malların gelirleri (kişisel malların evlenme tarihinden sonraki gelirlerini kapsar.) , edinilmiş malların yerine geçen değerler (eşin maaşını biriktirerek aldığı arabanın kaza yapmasından doğan sigorta tazminatı) edinilmiş mal varlığından kabul edilir.

 

Eşlerin Kişisel Malları

Kişisel mallar kanunda sayılmıştır. Türk Medeni Kanunu m. 220:

“1. eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,

  1. mal rejiminin başlangıcında eşlerden birinde bulunan veya bir eşin sonradan miras ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazandırma yoluyla elde ettiği mal varlığı değerleri,
  2. manevi tazminat alacakları,
  3. kişisel mallar yerine geçen değerler”

olmak üzere kişisel malları saymıştır.

Madde içeriği birkaç örnekle açıklamak gerekirse eşlerin kişisel kullanımına özgülenmiş olan kıyafet, takı gibi mallar; bir eşin evlenme tarihinden önce sahip olduğu araba; miras olarak kalan her türlü mal; bir başkası tarafından bağışlanmış tekne; kişilik hakkı ihlali sebebiyle aldığı tazminat kişisel mal olarak kabul edilecektir.

 

Edinilmiş Mallara Katılma Sona Ermesi

Edinilmiş mallara katılma rejiminin hangi hallerde sona ereceği Türk Medeni Kanunu m. 225’de açıklanmıştır. Buna göre evlilik birliğinin sona ermesi, eşlerden birinin ölümü ya da başka bir mal rejiminin kabulü ile edinilmiş mallara katılma rejimi sona erer.

Boşanma Sebebiyle Sona Erme

Eşlerin boşanmasıyla birlikte edinilmiş mallara katılma rejimi sona erer ve malların tasfiyesi süreci başlar.

Sona Erme Tarihi

Aile mahkemesi tarafından boşanma kararı verilmesi ile birlikte boşanma davasının açıldığı tarihten itibaren olacak şekilde edinilmiş mallara katılma rejimi sona erdirilir. Bu durum Yargıtay kararlarıyla da sabittir. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 10.02.2021 Tarihli, 2020/3311 E., 2021/1183 K. Sayılı kararında:

“…Taraflar 30.01.1999 tarihinde evlenmiş ve 06.07.2007’de açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 05.04.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir…”

şeklinde karar vererek konuyu tartışmaya mahal vermeyecek şekilde netleştirmiştir. Dolayısıyla eşlerin kişisel malları ve edinilmiş malları, mal rejiminin sona erdiği davanın açılış tarihindeki durumlarına göre ayrılır.

 

Tasfiye

Tasfiye Anlaşması ve Tasfiye Davası

Malların tasfiyesinde taraflar kendi aralarında bir tasfiye anlaşması yapabilecekleri gibi anlaşamamaları durumunda mal rejiminin tasfiyesi davası açabilirler. Aile mahkemesinde açılacak olan tasfiye davası için kesinleşmiş bir boşanma kararının olması şarttır. Tasfiye davasının açılmasında hak düşürücü bir süre ya da zamanaşımı süresi bulunmamaktadır

Malların Geri Verilmesi, Eşlerin Paylı Mülkiyetindeki Bir Malın Eşlerden Birine Tahsis Edilmesi ve Borçlara İlişkin Düzenlemeler

Malların Geri Verilmesi 

Malların tasfiyesinde ilk olarak yapılması gereken eşlerin kendisinde bulunan ve diğer eşe ait olan malın iade edilmesi ve birbirlerine olan borçlarının ödenmesidir.

Eşlerin Paylı Mülkiyetindeki Bir Malın Eşlerden Birine Tahsis Edilmesi

Eşlerden biri, edinilmiş mallardan olmasına rağmen daha üstün bir yararı (mesleki, ticari, sağlık ihtiyacı yahut duygusal bir menfaat olabilir) olduğunu ispat ederek diğer eşin payını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini talep edebilir. Bu talep üzerine eşler aralarında anlaşabileceği gibi anlaşamamaları durumunda hak sahibi eş dava açabilir. Bu davada hakimin vereceği karar ile eşler arasında sözleşme kurulmuş sayılır ve davacı eş bu sözleşmeye dayanarak dava konusu malı alır.

Borçlara İlişkin Düzenlemeler

Eşlerin aralarındaki borçlarla birlikte evlilik birliği içerisinde iken üçüncü kişilere olan borçlarının da aralarında düzenlenmesi gerekir.

Mal Varlığı Kesimlerinin Birbirinden Ayrılması

Mal varlığı kesimlerinin birbirinden ayrılmasında eşlerin edinilmiş ve kişisel malları, mal rejiminin sona erdiği andaki durumuna göre tespit edilir. Bu aşamada tasfiye artık eşin mal varlığında olmayan, elden çıkarılmış malvarlığı değerleri üzerinden yürütülür. Elden çıkartılan malların değerleri, elden çıkma anına göre tespit edilir.

Değer Artış Payı

Değer artış payı Türk Medeni Kanunu m. 227’de düzenlenmiştir. Bu maddeye göre eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesinde, iyileştirilmesinde ve korunmasında karşılıksız almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye esnasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur; söz konusu malda değer kaybı olması durumunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır.  Değer artış payı malların tasfiyesinin tamamlanmasının ardından talep edilir. Değer artış payında önemli olan husus eşin, diğer eşe yaptığı katkının bir bağışlama olmaması ve aile kurumundan var olan doğal yükümlülüklerden olmaması gerekir. Aile kurumu içerisinde neyin bağışlama olduğu tartışmalı bir konudur, Yargıtay bir kararında konuyu şu şekilde ele almıştır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 11.10.2016 Tarihli, 2016/549 E. , 2016/13580 K. Sayılı kararında:

“…Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşüncesiyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır. Devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir…”

şeklinde açıklama yaparak aile içerisindeki bağışlamanın nasıl tespit edilmesi gerektiğine açıklık getirmiştir.

Denkleştirme Alacağı

Türk Medeni Kanunu m. 230’a göre eşlerden birinin kişisel mallarına ilişkin bir borcun edinilmiş mallardan ödenmesi ya da edinilmiş mallarına ilişkin bir borcun kişisel mallardan ödenmesi durumunda borcu ödeyen malvarlığı kesimi lehine alacak hakkı doğmaktadır. Denkleştirme alacağında öncelikli olarak tespit edilmesi gereken husus borcun hangi mal varlığı kesimine dahil olduğudur. Örneğin evlenmeden önce eşlerin girmiş oldukları borçlar, istisnasız şekilde kişisel mallara ilişkin kabul edilir. Mal rejimi süresinde kazançları ile ödedikleri borçlar ise edinilmiş mallara ilişkindir. Türk Medeni Kanunu’ nun m. 230. f/2’ ye göre her borç, ilişkin olduğu mal kesimini yükümlülük altına sokar. Hangi mal kesimine ait olduğu anlaşılamayan borçlar ise edinilmiş mallardan sayılır. Yükümlülük altında olmayan mal kesimi tarafından borcun ödenmesi halinde tasfiye, ödenen tutar o mal kesimine dahil edilerek yapılır. Eşlerden biri, evlenmeden önce aldığı aracının borcunu evlilik birliği içerisinde kişisel mallardan karşıladığı durumda ödenen tutar edinilmiş mallara eklenerek tasfiye yapılır.

Eklenecek Değer

Eklenecek değer, eşlerden birinin diğer eşin rızası olmadan üçüncü bir kişiye edinilmiş mallardan yapılan karşılıksız kazandırmalarda yani bağışlama durumunda söz konusu olur. Diğer eşin talebi ve bu durumu ispatlaması üzerine, tasfiye esnasında o malın değeri edinilmiş mallara eklenir. Bu malların neler olduğu TMK m. 229’da sayılmıştır. Bunlar:

  1. Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,
  2. Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirlerdir.

Kanun maddesinde sayılan malların eklenecek değer olarak kabul edilebilmesi için ekleme talebinde bulunan eşin karşılıksız kazandırmaların edinilmiş mallardan yapıldığını ispat etmesi gerekmektedir.

Değerlerin Hesaplanması

Tasfiye esnasında hesap edilmesi gereken birçok değer vardır. Mal varlığı değerlerinin hesaplanmasında malvarlığı konularının rayiç değeri esas alınacaktır. Bu rayiç bedel karşılıksız kazandırmalarda kazandırmanın yapıldığı andaki rayiç değerdir. Karşılıksız kazandırma dışındaki durumlarda ise tasfiye kararının verildiği tarihteki rayiç değer esas alınır.

Artık Değer

Tüm bu değer hesaplamalarının sonucunda eşlerden yalnızca biri lehine doğan katılma alacağıdır. Artık değer; eşlerin değer artış payı, eklenecek değer, denkleştirme alacağı ve edinilmiş malları toplandıktan sonra ayrı ayrı denkleştirme alacağı ve edinilmiş mallarının toplamından değer artış payı borcu, denkleştirme alacağı borcu ve edinilmiş malları yükleyen borcun çıkarılmanın ardından kalan bakiyedir. Yasal olarak bu bakiyenin yarısı diğer eşe ait olmaktadır. Her iki tarafta da çıkan artık değer eşler arasında takas edilir ve bu takas sonucunda eşlerden biri lehine katılma alacağı doğar. Eşlerin katılma alacağından edinilmiş mallara katılma rejimi süresince feragat etmesi mümkündür. Katılma alacağı mal rejiminin tasfiyesi tamamlandığı anda muaccel olur, borçlu eşin katılma alacağını derhal ödemesi güçlük doğuracaksa ödemelerin uygun bir süre ertelenmesini talep edebilir. Tasfiyenin sona ermesi anında muaccel olan katılma alacağına bu tarihten itibaren faiz yürütülebilir.

Özetlemek gerekirse; boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle edinilmiş mallara katılma rejimi sona ermektedir. Aile mahkemesi tarafından boşanma kararının verilmesi ve bu kararın kesinleşmesinin ardından yine aile mahkemesinde tasfiye davası açılarak malların tasfiyesi sağlanır. Malların tasfiyesinde öncelikli olarak her eş, diğer eşte olan kişisel malını geri alır. Bu aşamada eşlerden biri edinilmiş mallara tabi olmasına rağmen o mal üzerinde üstün yararı olduğunu ispat etmek ve diğer eşin payını ödemek koşuluyla o malı alabilir. Kişisel malların ardından sıra edinilmiş mallara gelir. Bu noktada öncelikli olarak her eş için ayrı ayrı eklenecek değeri, denkleştirme alacağı hesaplanır. Bu hesaplamalar sonucunda her eşin edinilmiş malları, eklenecek değeri ve denkleştirme alacağı toplanır, çıkan değerin yarısı diğer eşin katılma payı olmaktadır. Her eş için çıkan katılma payının birbirinden çıkartılmasının ardından lehine katılma alacağı çıkan taraf bu alacak hakkına sahip olur. Eşler mal rejimi süresi boyunca üçüncü kişilere zarar vermemek kaydı ile tüm bu şartları bir sözleşme ile belirleyebilmektedir.

Korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri

Koronavirüs tedavisinde hastane ücretleri ve fazla ödenen ücretlerin geri alınması

Korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri 

Korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri, Vatandaşlar özel hastaneye müracaat ettiğinde yapılan tanı ve tedavilerde, yoğun bakıma yatışlarda, Covid-19 tedavisinde hukuka aykırı olarak fazla ücret alınmaktadır. Vatandaşlar fazla alınan ücretleri ve ilave ücretleri geri alabilirler.

ÖZEL HASTANELERİN FAZLA ALDIĞI ÜCRET VE İLAVE ÜCRET İADE ALINABİLİR

Korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri ,Özel hastanelerin fazla aldığı ücret ve ilave ücretlerde vatandaş tüketici konumunda olup, tüketici hakem heyetlerine veyahut tüketici mahkemesine yapacağı başvuru ile fazla ödediği ücretleri ve ilave ücretleri iade alabilir.

  1. HASTANELERİN ALDIĞI ÜCRETLER NEYE GÖRE BELİRLENMEKEDİR?

Korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri, Özel hastanelerin yapılan tanı ve tedavilerde, yoğun bakıma yatışlarda, Covid – 19 tedavilerinde vb. alacakları ücretler 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) açıkça belirtilmiştir.

  1.  HASTANELER ALINAN ÜCRETLERİ FATURANDIRMALI MI?

Özel hastaneler vatandaşlardan aldıkları ücretler için Sağlık Uygulama Tebliği’ne göre detaylı fatura vermek zorundadırlar. İşbu faturalara göre SUT ve SGK uygulamasından tüm işlemlerden alınabilecek en fazla ücret belirlenebilmektedir.

  1. ÖZEL HASTANELER İLAVE ÜCRET ALABİLİR Mİ?

Özel hastaneler vatandaşlardan kanunların belirlediği çerçeveler ve Bakanlar Kurulu’nun belirlediği tavan oranında ilave ücret alabilir. Buna aykırı olarak alınan ilave ücretler tüketici hakem heyetine veya tüketici mahkemelerine yapılacak başvuru ile iade alınabilir.

  1. İLAVE ÜCRET ALINAMAYACAK KİŞİLER KİMLERDİR?

 

Özel hastaneler tarafından ilave ücret alınamayacak sağlık hizmetleri ve kişiler Sağlık Uygulama Tebliği’nde belirtilmiştir. İşbu sağlık hizmetlerinden faydalanmış iseniz özel hastanelerin hukuka aykırı olarak almış olduğu ücretlerin tamamını geri alabilirsiniz.

Sağlık Uygulama Tebliği’ne aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=17229&MevzuatTur=9&MevzuatTertip=5

  1. ÖZEL HASTANELER TARAFINDAN İLAVE ÜCRET ALINAMAYACAK SAĞLIK HİZMETLERİ ŞUNLARDIR

Belirtilen kanun ve genelge uyarınca ilave ücret alınamayacak sağlık hizmetleri şunlardır.

a)Yoğun bakım hizmetleri,

b)Yanık tedavisi hizmetleri,

  1. c) Kanser tedavisi (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavileri),

ç)Yenidoğana verilen sağlık hizmetleri,

d)Organ, doku ve kök hücre nakillerine ilişkin sağlık hizmetleri,

e)Doğumsal anomaliler için yapılan cerrahi işlemlere yönelik sağlık hizmetleri,

f)Hemodiyaliz tedavileri,

ğ) Kardiyovasküler cerrahi işlemleri. (İstisnai sağlık hizmetlerinde belirtilen işlemler hariç)

h) SUT eki EK-2/B ve EK-2/C Listesindeki 618200-P618200 kodlu “Koklear implant yerleştirilmesi” işlemi.

6. ÖZEL HASTANELER TARAFINDAN İLAVE ÜCRET ALINAMAYACAK KİŞİLER

Belirtilen kanun ve genelge uyarınca ilave ücret alınamayacak sağlık hizmetleri şunlardır.

a)1005 sayılı Kanun hükümlerine göre şeref aylığı alan kişiler,

b)2330 sayılı Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler,

c)Harp malûllüğü aylığı alanlar ile 3713 sayılı Kanun kapsamında aylık alanlar,

ç) Tedavileri sonuçlanıncaya veya maluliyetleri kesinleşinceye kadar; 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesinde sayılan olaylara maruz kalmaları nedeniyle yaralananlar.

İşbu belirtilen sağlık hizmetlerinden faydalanmışsanız yahut yukarıda sayılı sınıfa tabi olan kişilerdenseniz ilave ücret talep edilmemesi gerekmektedir. İlave ücret talebi halinde ise, ödenen miktarın tamamı iade istenebilecektir.

KORONAVİRÜS TESTİ VE TEDAVİSİNDE TALEP ETTİĞİ FAZLA ÜCRETLER

 Dönem dönem covid-19 vaka sayılarında yaşanan artışlardan dolayı kamu hastanelerinde yer olmamasından dolayı özel hastaneler yüksek tedavi ücretleri ile covid-19 tedavisi uygulayabilmektedirler. Bu tanı ve tedaviler sonucu ödenen ücretler geri alınabilir.

COVİD – 19 TEDAVİSİ KAPSAMINDA ÖZEL HASTANELERE ÖDENEN ÜCRETLER GERİ ALINABİLİR

 Kanunların ve Sağlık Bakanlığı’nın düzenlemeleri ile özel hastanelerde covid-19 testi pozitif çıkanlardan veyahut covid-19 tedavisi kapsamında yoğun bakımda tedavi görenlerden ücret alınmayacaktır. Covid-19 sebebiyle özel hastanelerin ücret alamayacağı durumları ana başlıkları ile aşağıda açıklıyoruz.

  1. SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN YAPILAN YENİ DÜZENLEME İLE KORNOVİRÜS ACİL HAL KAPSAMINA GİRENLER

9 Nisan 2020 tarihli ve 31094 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ ile hastanelerin tedavilerde öncelik verilmesi gereken durumun acil hal olduğu ve Covid-19 tanı ve tedavisinin de acil bir hal olduğu belirlenmiştir.

  1. ÖZEL HASTANELERDE YAPILAN COVİD-19 TESTİ POZİTİF ÇIKANLAR

Özel hastanelerde yapılan covid-19 testi pozitif çıkıp tedavi uygulanan, yoğun bakıma alınan hastalardan alınan ücretler haksızdır. Bu kapsamda vatandaşlar özel hastanelere ödedikleri ücretlerin tamamını iade alabilirler.

  1. COVİD- 19 TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR İÇİN SGK KAPSAMINDA OLAN HASTALARDAN ÜCRET TALEP EDİLMEYECEK

Güncel durum itibari ile Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan yapılan açıklamalar Sağlık Uygulama Tebliği ve diğer mevzuat uyarınca covid-19 tanı ve tedavisinde kullanılan ilaçlar için SGK kapsamında olan hastalardan ücret talep edilmeyecektir.

  1. ÖZEL SAĞLIK SİGORTASI OLANLAR

Tüm bunlara ek olarak özel sağlık sigortası olan vatandaşlar özel hastaneye müracaat edip covid-19 tedavisi gördüklerinde poliçelerinin istisnai kısımlar bölümünde “bulaşıcı hastalık” ibaresi bulunmuyor ise haksız olarak ödenen ücretlerin tamamı iade alınabilir.

GEÇMİŞE DÖNÜK ÜCRET İADESİ ALINABİLİR Mİ?

 Özel hastaneler tarafından hangi hal ve şart altında olursa olsun haksız ve fazla alınan ücretler için 10 yıl içinde ödemiş olduğunuz tüm ücretler faizi ile birlikte geri alınabilir. Haksız ödemenin iadesi için yapılan ödemeyi ispatlar bir belge yeterlidir.

ALINAN FAZLA ÜCRETİN İADESİ İÇİN YASAL YOLLAR

Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalar Sağlık Uygulama Tebliği ve mevzuata rağmen alınan haksız ücretin iadesi için birden fazla yol bulunmaktadır. Bunlar ana başlıklar halinde şöyle sıralanabilir.

  1. FAZLA ÖDENEN ÜCRET İÇİN SGK’YA BAŞVURU

Sağlık uygulama tebliğine rağmen vatandaş fazla ödeme yapması durumunda ara fark için SGK’ya başvuru yapabilir. Hastanenin ücret istemesi durumunda ve vatandaşın hastanenin kendisine çıkarmış olduğu faturayı ödemesi durumunda vatandaş SGK’ya ara fark ödemesi için başvuru yapabilir. Mevzuatın amacı, ödeme kapsamına alınan tanı ve tedavi bakımından sağlık harcamalarını olabildiğince dengelemektir.

  1. TÜKETİCİ MAHKEMESİNE VE TÜKETİCİ HAKEM HEYETİNE BAŞVURU

Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalar ve mevzuat hükümlerine rağmen uygulanan tanı ve tedaviler nedeniyle korona Virüs Tedavisinde Hastahane Ücretleri ,dolayı Tüketici Mahkemelerine ve Tüketici Hakem Heyetlerine başvuru yapılabilir. Başvuru için tüketicinin elinde muhakkak ödeme yaptığını ispat eder fatura, dekont veyahut başkaca bir belgenin bulunması gerekmektedir.

Bu nedenle özel sağlık kuruluşlarının, son 10 yıl içinde fazla aldığı haksız ücretlerin tamamı yasal faizi ile birlikte geri alınabilir. Yapılan başvuruya rağmen özel hastaneler vatandaştan aldığı fazla ücretleri ödememeleri durumunda hastanelere idari yaptırımlar da uygulanmaktadır.

Talebiniz halinde Sağlık Hukuku ve finans alanlarında uzman avukatlarımız tarafından son 10 yıl içerisinde hizmet alıp ödeme yaptığınız özel sağlık kuruluşlarından ne kadar alacaklı olduğunuz hesaplanmaktadır. Sağlık kuruluşlarından alacaklı olmanız halinde dilerseniz alacaklarınızın tahsili için hukuki destek alabilirsiniz.

Anasayfaya dönmek için tıklayınız…

Instagram’dan takip etmek için tıklayınız

kamulaştırma

Kamulaştırma şartları ve davalarda takip edilen usul

KAMULAŞTIRMA

Kamulaştırma, devletin kamu yararını gerekçe göstererek kişilerin özel mülkiyet hakkına rızası dışında son vermesi veya sınır getirmesi şeklinde yapılır. Kamulaştırma işlemleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’ nda belirlenen usul ve esaslara göre yapılmaktadır. Kamulaştırmanın gerçekleştirilmesi için aşağıda yazılı şartlar gerçekleşmiş olmalıdır;

  • Kamulaştırma sadece devlet veya kamu tüzel kişiliğini haiz yetkili idare tarafından yapılır.
  • Kamulaştırma zorunlu olmalı yani bir kamu yararı bulunmalıdır.
  • Kamulaştırmanın konusu özel mülkiyete konu olan taşınmazdır.
  • Kamulaştırılan taşınmazın bedeli istisnalar dışında peşin ödenir.
  • Kamulaştırmanın nasıl yapılacağı yasadaki usul ve esaslara göre belirlenir.

İRTİFAK HAKKI İLE KAMULAŞTIRMA

Kamulaştırmanın yapılması için zorunlu olması, yani kamu yararı bulunması bir şarttır. Kamulaştırmaya sebep olan kamu yararının niteliğine göre mülkiyetin devri gerekmiyorsa Kamulaştırma Kanunu md. 4’ te belirlenen tedbirler alınarak kamulaştırma yoluyla irtifak hakkı kurulabilir. Mülkiyet hakkı devredilmeden sınırlandırıldığı için kamulaştırma bedeli de buna göre belirlenecektir.2014 yılında 6552 sayılı kanun ile Kamulaştırma Kanunu md. 4 hükmüne eklenen fıkra ile; Malikin mülkiyet hakkının engellenmemesi, can ve mal güvenliği bakımından gerekli önlemlerin alınması şartıyla kişilere ait taşınmazların üzerinden geçecek teleferik vb. ulaşım hatları ve köprü, taşınmazın altından geçecek metro vb. raylı taşıma sistemleri ve tüneller yapılması için kamulaştırmaya gerek kalmamıştır.

KAMULAŞTIRMADA KAMU YARARI KARARI NASIL VERİLİR

Kamulaştırma işleminde gerekli olan işlemin “kamu yararına uygunluğu” kararını, Kamulaştırma Kanununun 5. maddesinde belirlenen kamu idareleri ve kamu kurumları verebilir. Kanun’un 6. maddesinin son fıkrasında kamu yararı kararı şartının bir istisnası mevcuttur. Buna göre “onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve onaylanmasına gerek yoktur.

KAMULAŞTIRMA İŞLEMİNDE KAMU YARARI KARARINI ONAYLAYACAK MAKAMLAR

Kanunun 6. maddesi ise kamulaştırma işleminde yetkili kurumlarca verilen kamu yararı kararlarının, hangi makamların onayından geçmesi gerektiği hususunu düzenlemiştir. Kamulaştırma işleminin mülkiyet hakkını ortadan kaldıran niteliği gereği, yasa koyucu kamu yararı kararı ile yetinmemiş ayrıca verilen bu kararların ikinci bir denetimden geçmesini zorunlu bulmuştur. Kamu yararı kararının yetkili makamlarca onaylanması ile kamulaştırma işlemi ile ilgili hukuki süreç başlamış sayılır.

KAMU YARARI KARARININ ONAYLANMASI

Kamu yararı kararının alınması üzerine, bu kararı alan her mercii kendi onay merciine kararını onaylatmalıdır. Böylelikle kişilerin ekonomik özgürlüğü ve refahı için vazgeçilmez nitelikte olan mülkiyet hakkının korunması adına ikinci denetim mekanizması getirilmiştir. Kararı onaylayacak makamlar kararı alan merciin üst makamıdır. Onay mercii konusu üç başlık altında incelenebilir;

  • Onaya tabi olan kamu yararı kararları,
  • Onaya tabi olmayan kamu yararı kararları,
  • Kamu yararı kararı alınmasını gerektirmeyen kamulaştırmalar.

Onaya tabi kamu yararı kararları, alınan kamu yararı kararının işlerlik kazanmasını ve geçerli olmasını sağlar. Bu tür kararlar onaylanmazlarsa hükümsüz olurlar. Onay verecek olan makamlar Kanun’un 6. maddesinde sekiz başlık altında sayılmıştır. Kanun’un 6. maddesinde açıkça düzenlendiği üzere kamu yararı kararı herhangi bir Bakanlık veya Cumhurbaşkanı tarafından alınmış ise onaylanmasına gerek yoktur.

Kamu yararı kararı alınmasını gerektirmeyen kamulaştırmaları ise iki başlığa ayırmak mümkün;

  • Onaylı imar planına göre yapılan kamulaştırmalar. İdarece alınan kamu yararı kararının kapsadığı alan, onaylanmış imar planı hudutları içinde kalıyorsa bu alan içinde plan gereği yapılacak kamulaştırmalar için kamu yararı kararı alınmasına ve onaylanmasına gerek yoktur. İmar planı onaylı değilse hem kamu yararı kararı alınmalı hem de bu karar onaylatılmalıdır.
  • Bakanlıkça onaylı özel proje ve planlara göre yapılacak kamulaştırmalar. Bir bakanlıkça onaylanmış özel plan ve projeye dayanılarak bir hizmet, yapı ve tesis yapılması halinde kamulaştırma için kamulaştırma işlemine başlama kararı almak yeterlidir.

KAMULAŞTIRMADA SATIN ALMA USULÜ

Kamulaştırmaya karar veren İdare, önce taşınmazı malikinden satın almayı denemelidir. Bu usule satın alma usulü denilmektedir. Bu usule yalnızca tapuda kayıtlı taşınmazlar için başvurulabilir. Tapusuz taşınmazlarda, tapu sicilinde kaydı olmakla birlikte mülkiyeti üzerinde dava ve ihtilaf bulunan taşınmazlarda, maliki belli olmayan, usulünce araştırılmasına rağmen maliklerinin adresi bulunamayan taşınmazların kamulaştırılmasında, satın alma usulünün uygulanması zorunlu değildir. Kamulaştırmada satın alma usulünün uygulanması tapuda kayıtlı taşınmazlar için yasal zorunluluktur, bu usul denenmeden sonraki aşamalara geçilemez.

Kamulaştırma yapacak İdare, satın alma usulünü uygulayabilmek için öncelikle kendi bünyesinden en az üç kişiden meydana gelen takdir komisyonu ve komisyonları oluşturacaktır. Komisyonun görevi kamulaştırılacak taşınmazın tahmini bedelini tespit etmektir. Kıymet takdir komisyonu çalışmalarını Kanun’un 11. maddesine göre gerçekleştirir ve son olarak raporu ilgili birime sunup görevini tamamlar. Bu raporun taşınmaz maliki ile yapılacak görüşmelerde bir ölçüt olma özelliği dışında bir fonksiyonu yoktur.İdare yine kendi bünyesi içinden oluşan en az üç kişiden oluşan bir komisyonu kurar. Bu komisyonun görevi, taşınmaz maliki veya yetkili temsilcisi ile görüşmeler yaparak taşınmazı komisyonun belirlediği bedeli geçmeyecek şekilde satın almaya çalışmaktır.

İdare satın alma isteğini resmi taahhütlü bir yazıyla mülk sahibine bildirir. Mal sahibinin, mektubun tebliğinden itibaren 15 gün içinde idareye başvurması istenir. Malik veya temsilcisi idareye başvurulması halinde; komisyonca tayin edilen tarihte uzlaşma görüşmeleri yapılır. Tahmini değeri geçmemek suretiyle anlaşmaya varılırsa bir tutanak düzenlenir ve taşınmaz malın tüm hukuki ve fiili vasıfları ile kamulaştırma bedelini içeren tutanak malik veya yetkili temsilcisi ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır. Bu tutanak resen tapuda tescil için hukuki sebep sayılır ve bu tutanak malikin ferağ beyanı sayılır.

İdarece, anlaşma tutanağının imzalandığı tarihten itibaren en geç kırk beş gün içinde, satış bedeli hazırlanarak, hazırlanan tutanağa dayanılarak tescil resen gerçekleştirilir. Bu tescil işleminin gerçekleşmesi halinde, kamulaştırma bedeli kendilerine ödenir. Kamulaştırma Kanunu’ nun 8. maddenin 6. fıkrasında gerçekleştirilen bu düzenleme ile birlikte anlaşma sağlanması halinde malikin caymasının önü kesilmiştir.

KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN DAVA YOLUYLA TESPİT EDİLEREK YAPILACAK TESCİL

İdare tarafından bedelin tespiti ve tescil davasının açılabilmesi için öncelikle Kamulaştırma Kanunu’ nun 5., 6., 7. ve 8. maddelerinde öngörülen şartlar gerçekleşmiş olmalıdır. Kanun’un 10. maddesi uyarınca açılacak olan dava satın alma usulünün başarısız olması durumunda mahalli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılır.

  1. madde gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında mahkemece yapılan tebligattan itibaren mülk sahibi davalı, 30 gün içindekullanabileceği üç hakka sahip olmaktadır;
  • İdari yargıda iptal davası açmak
  • Asliye hukuk mahkemesinde maddi hatalara karşı düzeltme davası açmak
  • Kamulaştırmadan artan işe yaramayan kısmın da kamulaştırılmasını talep etmek

Hâkim davanın ilk celsesinde tarafları satın alma usulünde olduğu gibi anlaşma teklif eder. Anlaşma gerçekleşirse bedel İdare tarafından yatırılır ve tapuda iptal işlemi gerçekleşir. Bedel yatırılması ve tapu iptali için kararların kesinleşmesi beklenmez, karar geldiği esnada bu işlemler gerçekleşir.Görülmekte olan tespit ve tescil davası henüz karara bağlanmadan, davalı taraf idare mahkemesinde açtığı iptal davasında verilen yürütmenin durdurulması kararını mahkemeye ibraz ederse bu konu adli yargı dosyasında bekletici mesele yapılıp, bedel yatırılmadan idari davanın sonucu beklenmelidir.

İdari davada yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiş ise adli yargıdaki tespit ve tescil davası yasal seyrine devam eder. Adli yargıda görülen dava henüz karara bağlanmadan, İdari yargı işlemin iptaline karar verirse bu takdirde ortada kamulaştırma işlemi kalmayacağından kıymet takdiri ve tescil davasının reddi gerekir. Bütün bu işlemler davetiye tebliğ edilmesine rağmen duruşmaya katılmayanların yokluğunda yapılır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 4. fıkrası gereğince uygulama işlemi olan kamulaştırma işlemi ile birlikte dayanağı olan imar planına karşı da dava açılması mümkündür.

KISMİ KAMULAŞTIRMA

İdare kamulaştıracağı taşınmaz açısından hizmetin ifası için gerekli olduğu kadar kısmını kamulaştırabilir. Buna kısmi kamulaştırma denir. Kamulaştırma dışı kalan parçaların değerinde bir değişiklik olmayabileceği gibi, azalma yahut artma da olabilmekte veya geriye kalan parça hiçbir işe yaramayacak hale gelebilmektedir. Kanun’un 12. maddesinde bu dört ihtimal düzenlenmiştir. Bu maddenin uygulama alanına yalnız tapulu taşınmazlar girer. Tapusuz taşınmazlarda kamulaştırmadan arta kalan bölümde değer kaybından söz edilemez.

TRAMPA YOLU İLE KAMULAŞTIRMA

Kamulaştırmada temel kural, taşınmaz bedelinin nakden ve peşin olarak ödenmesidir. Ancak 26. madde hükmü ile bu genel kurala bir istisna getirilmiş ve kamulaştırılan taşınmazın bedelinin idarenin maliki olduğu bir taşınmaz ile ödenmesine imkân tanınmıştır.

ACELE KAMULAŞTIRMA

Ülke çıkarları bakımından bazı istisnai ve acil durumlarda taşınmaza hemen el konulması gerekebilir. İdare, acele el konulacak taşınmazın değerinin belirlenmesini taşınmazın bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesi’nden ister. Mahkeme, 27. maddeye dayalı kıymet takdiri talebini en geç 7 gün içinde sonuçlandırmalıdır. En hızlı şekilde keşif ve değer tespiti yapılarak bilirkişiler raporu hazırlanır. Mahkeme, belirlenen bedeli mal sahibi adına bankaya yatırmak üzere İdare’ye süre verir. Banka dekontunun dosyaya sunulması üzerine mahkeme bankaya yatan bedelin taşınmaz malikine ödenmesine, taşınmaza el konulmasına karar verir.Acele kamulaştırma kararının verilmesinden sonra idare, makul süre içinde 10. maddeye göre bedel tespiti ve tescil davası açılmalıdır. Makul süre geçmesine rağmen İdare dava açmıyorsa, mülk sahibinin tazminat talebinde bulunma hakkı doğar.

KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMADAN DOĞAN DAVALAR

Kamulaştırmasız el atma; idarelerin kamulaştırma işlemi yapmaksızın veya kamulaştırma işlemlerini tamamlamaksızın özel mülkiyete tabi bir taşınmaza fiilen ve sürekli olarak el koymasına veya üzerine bir tesis yapmasına ya da imar planlarında taşınmazı kamu yararına tahsis etmesi neticesinde mülkiyet hakkının kullanılmasına engel olmasına denmektedir. Kamulaştırmasız el atma ile mülkiyet hakkı ihlal edilen malikin idareye karşı sahip olduğu hukuki imkânlar mevcuttur. Malik, adli yargıda el atmanın önlenmesi, kamulaştırmasız el atma ve ecrimisil davaları ile idari yargıda tam yargı davası açma hakkına sahiptir. Ayrıca mülkiyet hakkının kısıtlanması idarenin yaptığı imar planlarından kaynaklanıyorsa, malik idari yargıda imar planının iptali davası da açabilir.

EL ATMANIN ÖNLENMESİ DAVASI

Kamulaştırmasız el atmaya karşı açılacak davalardan biri Türk Medeni Kanunu’ nun 683. maddesinde düzenlenen el atmanın önlenmesi davasıdır. El atmanın önlenmesi davası genel nitelikte bir davadır ve mülkiyet hakkını ihlal eden herkese karşı açılabilir. Ancak kamulaştırmasız el atmadan dolayı açılan el atmanın önlenmesi davasında davalı, taşınmaza kamulaştırma yapmaksızın el koyan idaredir. Malik açacağı el atmanın önlenmesi davasında, haksız el atmanın sona erdirilmesi talebi ile birlikte taşınmazın eski hale getirilmesini de talep edebilir.

 KAMULAŞTIRMASIZ EL ATMA DAVASI

Uygulamada bedel davası olarak da bilinen kamulaştırmasız el atma davası esasında kanuni düzenlemeden ziyade uygulamada şekillenen bir dava türüdür. Yargıtay, bu davanın haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davası olduğunu kabul etmiştir. Ancak haksız fiilden doğan tazminat davasından farklı olarak bu davada hâkim, taşınmazın bedelinin malike ödenmesinin yanında taşınmazın mülkiyetinin idareye devri ve tapuda idare adına tesciline de hükmeder. Yani bu dava el atmanın önlenmesi davasındaki gibi idarenin kamulaştırmasız el atmasını önleme talebi değildir. Taşınmaz maliki tarafından açılacak kamulaştırmasız el atma davası sonucunda malikin mülkiyetinde bulunan taşınmazın bedelinin belirlenerek malike ödenmesi talebiyle açılan bir davadır.

ECRİMİSİL DAVASI

Ecrimisil davası, Türk Medeni Kanunu’nun 995. maddesine dayanarak malikin iyiniyetli olmayan zilyetten, malını haksız olarak alıkoymasından dolayı uğradığı zararın tazminini talep ettiği bir davadır. Ecrimisil, malikinin rızası olmaksızın bir taşınmaz malın işgal edilmesi üzerine, mülk sahibinin işgal edenden isteyebileceği tazminata denir. Uygulamada ecrimisil, haksız işgal edilen taşınmazın kira karşılığı olarak kabul edilmektedir. Kamulaştırmasız el koyma halinde, ecrimisil davası tek başına açılabileceği gibi el atmanın önlenmesi veya kamulaştırmasız el atma davası ile birlikte de açılabilir

TAM YARGI DAVALARI

İdare tarafından yapılan imar planlarının fiilen hayata geçirilmemesi ve yıllarca kamulaştırma konusunda suskun kalınması ile özel mülkiyetteki imar kısıtlılığı sonucu zarara uğrayan kişi idari yargıda tam yargı davası açarak zararının tazmin edilmesini isteyebilir.

İMAR PLANININ İPTALİ DAVASI

İmar planında değişiklik talebiyle yaptığı idari başvurusu reddedilen kişi, reddedilme tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresi içerisinde idari yargıda imar planına karşı iptal davası açabilir. İmar planlarında değişiklik talebinde bulunabilmek ya da imar planına karşı iptal davası açabilmek için “meşru ve güncel bir menfaatin” mevcut olması gerekir.

 SONUÇ

Kamulaştırmasız El Atma sebebiyle açılan davalarda mahkemelerin bedel ve tazminata ilişkin kararları kesinleşmeden icra takibi açılamıyordu. Ancak 07.05.2021 tarih 31477 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanan 2019/89 E.-2021/10 K. sayılı 04.02.2021 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararı ile Kamulaştırma Kanunu’ nun Geçici 14. Maddesindeki hükmün bir kısmının iptali sonrasında, kamulaştırma davalarında kesinleştirme beklenmeden icra takibi ve haciz işlemi yapılabilir hale gelmiştir. Anayasa Mahkemesi iptal öncesindeki düzenlemenin, kişilerin Anayasa tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlali olduğu sonucuna vardı. Öte yandan ülkemizde il ve ilçe belediyelerin yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle, Belediyelerden kamulaştırma alacağı olan vatandaşlar davaları kesinleşmiş bile olsa alacaklarını tahsil edememektedir. Hal böyle olunca, İcra ve İflas Kanunu’ ndaki Belediyeler’ in malvarlığındaki haczedilemezliğin istisnalarına göre hukuki çözüm üretip bu konudaki mağduriyetleri kısa sürede gidebiliyoruz. Kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan davalarda maliklerin lehine bir durum yaratan bu iptal kararı ile mahkemelerin hükmettiği bedeller ve tazminatların hepsi, kararın kesinleşmesi beklenmeden icra edilebilir hale gelmiştir. Eğer kanunda belirtilen hallere göre taşınmazınız üzerinde hukuki veya fiili bir el atma var olduğunu düşünüyorsanız İdare Hukuku ve Gayrimenkul Hukuku başta olmak üzere özellikle alacaklarınızın tahsili için İcra ve İflas Hukuk alanında tecrübe sahibi uzman avukatlardan hukuki yardım alınız.

Anasayfaya dönmek için tıklayınız…

Instagram’dan takip etmek için tıklayınız

TAM KAPANMA GENELGESİ TEDBİRLERİ

TAM KAPANMA GENELGESİ TEDBİRLERİ SÜRESİNCE YARGISAL FAALİYETLER VE TEDBİRLERE GÖRE MUAFİYETLER VE KISITLAMALAR

Tam Kapanma Genelgesi İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlandı. 81 il Valiliğine gönderilen Genelge ile tam kapanma tedbirleri belli oldu. 29 Nisan 19:00 – 17 Mayıs 05:00 arasında sokağa çıkmak yasak olacak. Tam Kapanma Genelgesi ile şehirlerarası seyahat kısıtlamasının istisnaları da yer alırken, toplam 42 başlıkta, sokağa çıkma kısıtlamasından muaf yerler ve kişiler listesi de açıklandı. Detayına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.icisleri.gov.tr/81-il-valiligine-tam-kapanma-tedbirleri-genelgesi-gonderildi

TAM KAPANMA SÜRESİNCE GENELGE VE HSK KARARI İLE YARGISAL FAALİYETLERİN DURUMU İSTİNASI VE BAZI ÖNEMLİ MUAFİYETLER

  1. YARGISAL GÖREVİ OLAN AVUKATLAR TEDBİRLERDEN MUAF.

 İçişleri Bakanlığı genelgesine göre; duruşma, ifade, dava ve icra takiplerine ilişkin yapılacak zorunlu iş ve işlemler gibi yargısal görevlerin icrasıyla sınırlı kalmak kaydıyla avukatlar sokağa çıkma yasağından muaf tutulacak. Nöbetçi noterler de yasaklar boyunca açık olacak.

  1. TAM KAPANMA GENELGESİ TEDBİRLERİ, BOŞANMIŞ ÇİFTLERİN ÇOCUKLARINI GÖRMEYE ENGEL DEĞİL.

 Yargı kararı çerçevesinde çocuklarıyla görüşen anne ve babalar mahkeme kararını gösterme şartıyla sokağa çıkma yasağından muaf olacaklar. Böylece velayeti kendisinde olmayan anne ve babalar mahkemenin belirlediği günlerde dışarı çıkıp çocuklarını alma ve görme imkânına kavuşacaklar.

  1. TAM KAPANMA GENELGESİ TEDBİRLERİ KAPSAMINDA ADLİYELERDE MESAİ DEVAM EDECEK OLUP ZORUNLU OLMAYAN İŞ VE İŞLEMLER ERTELENECEK.

Tam Kapanma Genelgesi, adliyelerin çalışma saatlerinde bir değişiklik yaratmadı. Adliyeler daha önceki tedbirler gereği belirlenen 10:00 ve 16:00 saatleri arasında sadece “acil” işler için çalışacak. Ancak adliye personeli nöbet usulü iş ve işlemleri takip edebilecek. Suç ve suçlulara ilişkin ihbar ile şikâyetler alınabilecek. Bu konuya ilişkin HSK’ nın kararına linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/files/KARAR-27-04-2021.pdf

  1. ACİL OLMAYAN DURUŞMALAR BAŞTA OLMAK ÜZERE BAZI YARGISAL FAALİYETLER ERTELENDİ.

Tutuklu ve acil işler, dava zamanaşımı yakın olan soruşturma ve kovuşturma dosyaları, yürütmenin durdurulması işlemleri ile ivedi sayılacak diğer iş ve işlemler haricindeki adli ve idari yargı mercilerinin yapacağı tüm duruşma, müzakere ve keşifler, 17 Mayıs Pazartesi gününe kadar ertelenecek. Ertelemeye yönelik işlemler duruşma açılmaksızın evrak üzerinden yapılacak. Duruşması tam kapanma genelgesi tedbirleri kapsamındaki günlere gelen dosyaların duruşması mahkeme hakiminin dosya üzerinden yapacağı duruşma ile tam kapanma günlerinden sonraya ertelenecektir.

  1. TUTUKLU İŞ VE DURUŞMALAR SEBGİS ARACILIĞIYLA YAPILACAK.

Tutukluluk değerlendirmesinin zorunlu olduğu durumlarda, tutuklu ve müdafi Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) üzerinden dinlenecek. Tutukluluk değerlendirilmesinde duruşma açılıp açılmaması mahkeme hakiminin takdirine bırakılacak.

  1. Kambiyo senedine dayalı alacaklar hakkında; bu tarihler arasında icra ve iflas takibi başlatılamaz, ihtiyati haciz kararı verilemez ve başlamış olan takipler durur. İbraz süresinin son günü tam kapanma genelgesi tedbirleri alınan 30.04.2021 ila 31.05.2021 (bu tarihler dahil) tarihleri arasına isabet eden çekler, bu tarihler arasında ibraz edilemeyecek.

Resmi Gazete’ nin 30.04.2021 tarihli ve 31470 sayısında çıkan 7318 Nolu Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (Geçici Madde 3) gereği icra takiplerinde tam kapanma genelgesi tedbirleri gereği kambiyo senedine dayalı alacaklar hakkında icra ve takip işlemlerin durdurulması yönünde değişiklik yapıldı.

Tam kapanma genelgesi tedbirleri gereği 30.04.2021 ila 31.05.2021 (bu tarihler dahil) tarihleri arasında vadesi gelen Kambiyo senedine dayalı alacaklar hakkında icra ve iflas takibi duracak ve yenileri başlatılamayacak. Kambiyo senedine dayalı alacaklar hakkında da ihtiyati haciz kararı da alınamayacak.

İbraz süresinin son günü tam kapanma genelgesi tedbirleri alınan 30.04.2021 ila 31.05.2021 (bu tarihler dahil) tarihleri arasına isabet eden çekler, bu tarihler arasında ilgili Banka’ ya ibraz edilemeyecektir. İbraz günü 30.04.2021 ila 31.05.2021 (bu tarihler dahil) tarihleri arasına isabet eden çekler, borçlunun muvafakati ile ilgili Banka tarafından ibraz kabul edilip karşılığı alacaklıya verilecektir.

TAM KAPANMA TEDBİRLERİ GENELGESİ UYARINCA MUAFİYETLER, KISITLAMALAR VE İSTİSNALARI:

Tam Kapanma Genelgesi İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlandı. 81 il Valiliğine gönderilen Genelge ile tam kapanma tedbirleri belli oldu. 29 Nisan 19:00 – 17 Mayıs 05:00 arasında sokağa çıkmak yasak olacak. Tam Kapanma Genelgesi ile toplam 42 başlıkta şehirlerarası seyahat kısıtlamasının istisnalarına ve sokağa çıkma kısıtlamasından muaf yerler ve kişiler listesi açıklandı. Detayına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://www.icisleri.gov.tr/81-il-valiligine-tam-kapanma-tedbirleri-genelgesi-gonderildi

 

TAM KAPANMA GENELGESİ TEDBİRLERİ UYARINCA ŞEHİRLER ARASI SEYAHAT KISITLAMASI BAŞLADI:

Sokağa çıkma kısıtlaması uygulanacak olan 29 Nisan 2021 Perşembe günü saat 19.00’dan 17 Mayıs 2021 Pazartesi günü saat 05.00’e kadar vatandaşlarımızın şehirler arası seyahatlerine zorunlu haller dışında izin verilmeyecek olup, tam kapanma genelgesi ile 2 başlık altında belirlenen istisnalar şu şekildedir;

  1. SEYAHAT İZİN BELGESİ ALMADAN ŞEHİRLER ARASI SEYAHET KISITLAMASINDAN MUAF OLACAKLAR

Zorunlu bir kamusal görevin ifası kapsamında ilgili Bakanlık ya da kamu kurum veya kuruluşu tarafından görevlendirilmiş olan kamu görevlileri kurum kimlik kartı ile birlikte görev belgesini ibraz etmek kaydıyla şehirler arası seyahat kısıtlamasından muaf olabilecektir.

  1. SEYAHAT İZİN BELGESİ ALARAK ŞEHİRLER ARASI SEYAHET KISITLAMASINDAN MUAF OLACAKLAR

Zorunlu halleri bulunan kişilerin Seyahat İzin Belgesi başvuruları E-Devlet kapısındaki İçişleri Bakanlığına ait e-BAŞVURU veya ALO 199 sistemleri üzerinden yapabilecek olup, aşağıda belirtilen kişilerin başvuruları değerlendirilip onaylandıktan sonra şehirler arası seyahat kısıtlamasından belgelerinde belirtilen seyahat süresi ve istikameti kapsamında kısıtlamadan muaf olacaktır. Zorunlu hal sayılacak durumlar şu şekildedir;

  • Kendisi veya eşinin, vefat eden birinci derece yakınının ya da kardeşinin cenazesine katılmak için veya cenaze nakil işlemine refakat etmek amacıyla herhangi bir cenaze yakınının i Başvuru yapanlardan herhangi bir belge ibrazı istenilmeyecektir. Sağlık Bakanlığı ile sağlanan entegrasyon üzerinden gerekli sorgulama seyahat izin belgesi düzenlenmeden önce otomatik olarak yapılacak olup sistem tarafından vakit kaybetmeksizin otomatik olarak onaylanarak cenaze yakınlarına gerekli seyahat izin belgesi oluşturulacaktır.
  • Tedavi olduğu hastaneden taburcu olup asıl ikametine dönmek isteyen, doktor raporu ile sevk olan ve/veya daha önceden alınmış doktor randevusu/kontrolü olanlar
  • Kendisi veya eşinin, hastanede tedavi gören birinci derece yakınına ya da kardeşine refakat edecek olanlar (en fazla 2 kişi)
  • Bulunduğu şehre son 5 gün içerisinde gelmiş olmakla beraber kalacak yeri olmayıp ikamet ettikleri yerleşim yerlerine dönmek isteyenler (5 gün içinde geldiğini yolculuk bileti, geldiği araç plakası, seyahatini gösteren başkaca belge, bilgi ile ibraz edenler)
  • ÖSYM tarafından ilan edilmiş merkezi sınavlara katılacak olanlar
  • Askerlik hizmetini tamamlayarak yerleşim yerlerine dönmek isteyenler
  • Özel veya kamudan günlü sözleşmeye davet yazısı olanlar
  • Ceza infaz kurumlarından salıverilenler

ŞEHİRLER ARASI FAALİYET GÖSTEREN TOPLU ULAŞIM ARAÇLARINDAN BİLET ALINIRKEN SEYAHAT İZİN BELGESİ KONTROL EDİLECEK:

Tam kapanma tedbirlerinin uygulandığı dönem içerisinde şehirler arası faaliyet gösteren uçak, tren, gemi veya otobüs gibi toplu ulaşım aracıyla seyahat edecek kişilere biletleme işlemi yapılmadan önce mutlaka seyahat izin belgesinin olup olmadığı kontrol edilerek seyahat izin belgesi olan kişiler bilet alabilecektir.

 KISITLAMADAN MUAF KİŞİLERİN DE SEYAHAT İZİN BELGESİ ALMASI GEREKİYOR.

 Her türlü vasıtayla yapılacak olan şehirler arası seyahatler, ancak zorunlu hallerin varlığı halinde izin alınması şartına tabidir. Sokağa çıkma kısıtlamalarına dair muafiyeti bulunan kişilerin yapacakları şehirler arası seyahatleri de izne tabidir.

İKAMETİ VE İŞ YERİ FARKLI İLLERDE OLAN VATANDAŞLARIN SEYAHAT İZİN BELGESİ ALMASI GEREKMİYOR. 

Kişilerin ikamet ettikleri ve çalıştıkları illerin farklı olduğu vilayetler için İl Hıfzıssıhha Kurullarının bu konuda alacakları kararlar doğrultusunda işçi servisleri ile yapılan yolcu taşımacılığı faaliyetleri şehirler arası seyahat iznine tabi olmaksızın yapılabilecektir.

Genelgenin yayınlanmasının ardından mahkemeler çalışacak mı, yargıda süreler duracak mı gibi birçok soru akıllara gelmeye başladı. Genelge sonrası 27.04.2021 tarihinde HSK tarafından yayımlanan tavsiye karar ile bu soruların bir kısmı cevaplanmış oldu.

ileti yönetim sistemi

İLETİ YÖNETİM SİSTEMİ VATANDAŞIN KULLANIMINA AÇILDI

İLETİ YÖNETİM SİSTEMİ VATANDAŞIN KULLANIMINA AÇILDI

04.01.2020 tarihinde Resmî Gazete ’de yayınlanan Ticari İletişim ve Ticari Elektronik İletiler Hakkında Yönetmelikte bazı önemli değişiklikler yapılmıştır. İleti Yönetim Sistemi ile hizmet sağlayıcılara vatandaş tarafından verilen onayların bir sistem dahilinde kayıt altına alınarak takip edilebilmesi ve alıcıların da tek bir sistem üzerinden vermiş oldukları onayları kaldırabilmeleri için ret hakkını kullanabilmeleri sağlanmıştır.

Hizmet sağlayıcı; mal ve hizmetlerini tanıtmak, pazarlamak, işletmesini tanıtmak ya da tanınırlığını artırmak amacıyla alıcı taraf olan vatandaşın elektronik iletişim adreslerine ticari elektronik ileti göndermek için onay almalıdır. Bu onay kendisi tarafından ya da İleti Yönetim Sistemi üzerinden alınabilir. Hizmet sağlayıcıya verilen bu onaylar vatandaşın reddetme hakkını kullanmasına kadar geçerlidir. Hizmet sağlayıcı alıcılardan almış olduğu onayları yazılı ve e-mail yolları başta olmak üzere hangi şekilde alındığı önemli olmaksızın İleti Yönetim Sistemi’ne 3 iş günü içerisinde kaydetmek zorundadır. Aksi halde sisteme kaydedilmeyen onayların geçerliliği bulunmamaktadır. Şikayet edilmesi halinde hizmet sağlayıcıya yüksek meblağlarda idari para cezaları kesilmektedir. İleti Yönetim Sistemi üzerinden alınmayan onaylarda, onayın alındığına ilişkin ispat yükümlülüğü hizmet sağlayıcıya aittir.

Ticari Elektronik İleti Yönetim Sistemi, ticari elektronik ileti onayı alınmasına, reddetme hakkının kullanılmasına ve şikâyet süreçlerinin yönetilmesine imkân tanıyan sistem olarak tanımlanmaktadır. Bu sistem vatandaşın kullanımına açılmış olup geçmiş tarihlerde verilmiş tüm onayların sistem üzerinden takip edilmesi mümkün kılınmıştır. Ayrıca vatandaş sisteme giriş yaparak İleti Yönetim Sistemine kaydedilen vermiş olduğu tüm onayları takip etme ve reddetme imkânına sahip olmuştur. Ret talepleri 3 iş günü içerisinde işleme alınarak bu tarihten sonra vatandaşın hizmet sağlayıcı tarafından yeni ileti alması engellenmiş olacaktır.

İleti Yönetim Sistemi internet adresini ziyaret ederek, hizmet sağlayıcılara vermiş olduğunuz onayları görebilir, onaylarınızı iptal ederek e-mail, mesaj ve tanıtım bilgilendirilmesi almak istemediğiniz hizmet sağlayıcıların size ulaşmasına engel olabilirsiniz. (I) Böylelikle telefon ve mail kutusuna düşmesini istemediğiniz reklam vd. haberlerden kurtulmuş olabilirsiniz.

  • https://vatandas.iys.org.tr/izinlerim

Bizi sosyal medyadan takip edin

Yıldız Hukuk 

evlilik öncesi ve sonrasında soyadı kullanımı

Kadının Evlilik Öncesi ve Sonrasında Soyadı Kullanımı

Kadının Evlilik Öncesi ve Sonrasında Soyadı Kullanımı

Kadın doğumla babasının soyadını alır. Evlenmez veya soyadı değişikliği sebebiyle herhangi bir başvuru yapmaz ise doğumla babasından kazandığı soyadını kullanmaya devam eder.

Hukuk sistemimizde önceleri evlendikten sonra eşin soyadını almak bir zorunluluktu. Bu konuda uzun hukuki mücadeleler sonunda Anayasa Mahkemesi, evli kadının kocasının soyadını kullanmaksızın yalnızca kendi soyadını kullanabilmesi için kararını verdi.

Akabinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2014/2-889 K. 2015/2011 T. 30.09.2015 Tarihli ilamı; (I) “…kişinin soyadı özel hayat kapsamında değerlendirilmiş ve evli kadının kocasının soyadını kullanma zorunluluğu özel hayata bir müdahale olarak kabul edilerek Medeni Kanun’un konuya ilişkin düzenlemesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. ve 14. maddelerine aykırı bulunmuştur. Buna göre, AİHS ve diğer uluslararası insan hakları antlaşmaları ile çatışan 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesi karara esas alınmayarak, kızlık soyadının kullanılması talebi AİHS’nin 8. ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında bir insan hakkı olarak kabul edilip cinsiyete dayalı olarak bir ayrıma tabi tutulmaksızın erkek ve kadın arasında eşit şekilde uygulanması gerektiğinden kızlık soyadını kullanmak istemek için haklı bir gerekçenin bulunmasına ihtiyaç bulunmadığının kabulü gerekmiştir…”  şeklindedir. Böylelikle sadece kendi soyadını kullanmak isteyen kadınların Aile Mahkemelerinde açacakları dava ile kendi soyadlarını kullanabilmesi mümkün kılınmıştır. Ancak uygulamada bu konuda yerleşmiş bir durum oluşmamıştır. Bu nedenle, evli kadının sadece bekarlık soyadını kullanması için açılacak davada alanında uzman avukatlardan destek alması gerekmektedir.

Kadın boşanması halinde, hiçbir başvuruda bulunmazsa doğumla babasından kazanmış olduğu soyadına geri döner. Kadın dilerse boşanma sonrası kocanın soyadını kullanmaya devam edebilir. Bu durumda kocanın zarar görmemesi ve kadının bu durumdan haklı bir menfaatinin bulunması hususları aranmaktadır. Aksi halde kadının kocasının soyadını kullanması engellenebilmekte ve eski soyadına geri dönmesi sağlanmaktadır.

Bizi sosyal medyadan takip edin

Yıldız Hukuk